7 Temmuz 2007 Cumartesi

1 Mayıs 2004'te AB'ye yeni katılan ülkelerin hemen hemen hepsi yabancılara toprak satışını yasakladılar. AB ise bu yeni üye ülkelerini bu ayrıcalıklarla birlikte kabul etti. AB'nin bütün emirlerini yerine getiren Ankara ise bu konuya direnmiyor. GAP bölgesinde aracılar vasıtasıyla İsrail'in eline geçen arazilerin toplamı iddiaya göre İstanbul'un yarısından daha büyük. Dün toprak yarın yabancı medya derken yabancıların Türkiye üzerinde söz sahibi olabilmeleri için zemin uygun hale mi getiriliyor?

Yabancılara toprak satışı meselesi net bir şekilde açıklığa kavuşturulmazsa AB karşıtı cephenin eline toplumun AB sevdasını köreltmek için güçlü bir psikolojik savaş malzemesi verilmiş olur!

28 Şubat'ın gözde askerlerinden Osman Özbek Paşa, İsrail'in GAP planları ile ilgili şunları söylemişti: "Türkiye'de yabancılar yalnız toprak satın almıyorlar. Şu anda 200'e yakın büyük holding seviyesinde şirket Dünya Bankası'nın da güdümüyle yabancı şirketlerin kontrolüne geçiyor. Bu da aynı senaryonun bir parçasıdır. Bu da çok tehlikeli bir gelişmedir. Bankalar gitti, şirketler gitti şimdi topraklarımız da gidiyor artık bunun sonucunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Kürtlerle İsrail'in ilişkilerini dikkate aldığınızda İsrail'in toprak alımları ve Kürt birisinin Su İşleri Bakanı olması zaten BOP'ta da ABD'nin sadece enerji kaynaklarına değil, bölgedeki bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarına yani sulara da göz dikmiş durumda olduğunu görüyoruz. Bütün bunları kamufle ederek İsrail'i ortaya koyuyor. İsrail de Türk şirketlerini kullanıyor. Ayrıca benim kulağıma Diyarbakır bölgesinde de toprak alımları olduğu yönünde duyumlar geldi. Kısaca bütün bunlar ABD'nin BOP planı ile ilgilidir."

Paşa'nın hem İsrail karşıtı hem de ABD karşıtı beyanlarda bulunması ilginç. 28 Şubat sürecinde Mossad-CIA el ovuştururken sözde derin askerlerin illegal sözcülüğünü yapan Paşa'nın AB karşıtlığı politikasını Anti-Siyonizm ve Anti-Amerikancılık tabanına oturtmasını nasıl okumalıyız, sevinmeli mi, yoksa üzülmeli miyiz?

Geçmişe bakacak olursak toprak kayıplarımız Osmanlı'dan beri son 300 yılda savaşlarda kaybedilenlerle kısıtlı değildi. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış süreci, 1856'da Islahat Fermanı ile yabancılara gayrimenkul edinme hakkı vermekle hızlandı. Daha sonra yapılan bir dizi yasal düzenlemeyle Osmanlı arazilerinin küçümsenemeyecek bir kısmı yabancıların eline geçti. 2 Ekim 1914'te çıkarılan bir kanunla bütün eski antlaşmalara dayanan ve yabancılara tanınan mali, idari ve adli imtiyazlar kaldırılmıştı. 18 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren "Köy Kanunu" ile de yabancıların köy sınırları içinde taşınmaz mal edinmesi yasaklandı.

İsrail Devleti'nin de 1948 öncesinde bu şekilde toprak satın alma yolunu izleyerek temellerinin atıldığı unutulmamalı.19 Temmuz 2003'te AB'nin isteği ile Ecevit - Bahçeli ikilisi tarafından çıkarılan 4916 Sayılı Yasa'yla yabancıların mülk edinmesine izin verildi. Başlangıçta daha çok GAP bölgesinde görülen bu satışların giderek ülkenin tamamına yayıldığı görüldü. Toplam 500 bin dönüm civarındaki arazilerin asıl sahiplerinin İsrailli olduğu belirtiliyor.

Tabii bunlar yabancıya satış olarak yansımıyor. Arazi satın alma operasyonu ağırlıklı olarak Fırat ve Dicle havzalarını kapsıyor. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak hedefteki iller. Tapu ve Kadastro'da kayıtlı gerçek arazi ve emlak alımında bulunanlar şunlar:

Yunanlılar: 14 bin 449 kişiye 4615 dekar,
Almanlar: 11 bin 985 kişiye 6 bin 700 dekar,
İngilizler: 5577 kişiye 2 bin 805 dekar,
Suriyeliler: 12 bin 481 kişiye 253 bin 440 dekar,
Fransızlar: 16 bin 451 kişiye 473 bin dekar,
Avusturyalılar: 9 bin 761 kişiye 9 bin 600 dekar,
Hollandalılar: 7 bin 90 kişiye 6 bin 870 dekar,
ABD'liler: 31 bin 267 kişiye 74 bin 523 dekar,
İsrailliler: 38 bin 405 kişiye 114 bin 780 dekar..

27 Mayıs 2004 tarihi itibarıyla yabancıların eline geçen toplam arazi 323.737.215 metrekaredir.

İngilizler Didim'de 4000, Fethiye'de ise 3000 civarında ev ve arsa satın almışlar. Alanya'da ev sahibi olan Alman sayısı ise 7 bini çoktan geçmiş durumda. ABD'li ve İsrailli oldukları iddia edilen yabancıların yüksek miktar paralarla geldikleri köylerde, köylülere kimi belgeleri imzalattırarak para dağıttıkları, toprakların mülkiyetini kontrollerine alırken bu paralarla asıl mülk sahiplerini ise işçi statüsüne indirdikleri iddiaları var.

Ortadoğu'da bu toprakların bu bölümü benim diyerek Filistin'i bir köşeye sıkıştıran İsrail, bu kez aynı tabloyu Türkiye'ye de mi uygulamayı düşünüyor? Suyla birlikte Güneydoğuya giren ve tarım tecrübesini paylaşmak istediğini söyleyen İsrail'in gerçekte suyun ve olası zengin petrol rezervlerinin kontrolünü ele geçirmek için mi arazi satın alıyor?

Büyük Ortadoğu planında zaten var olan Batılı emperyalistlerin ve Siyonistlerin bu bölgeye yerleşme politikaların gereği olarak, İsrail'den getirtilmesi planlanan 150 bin Yahudi Kürt'ün Kuzey Irak'taki varlığı buradan göç ettikleri için tescilli. Irak'taki fiili durum Arap ve Türkmen hâkimiyetinden kurtarılacak bölgelerin Kürtleştirilmesini, akabinde de Yahudileştirilmesini öngörüyor. Kerkük ve Musul petrol bölgesi olduğu için ilk hedefleri.

Bu iddialar ciddi olmasaydı, yabancılara mülk edinmeyi engelleyen Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde, açıkca 'vatanın bütünlüğü ve bölünmezliğine' tehdit olarak algılandı denilmezdi.

Hiç yorum yok: